Arif Gürbüz


Mağusa'nın dar sokaklarını, kaldırım taşlarını ve denizin tuzlu kokusunu Arif Gürbüz adeta bir palet gibi kullanıyordu. Her davul vuruşunda, her notada, sokak müzisyenlerinin melodileri, çocukların kahkahaları ve denizin dalgaları vardı. Ailesi, bu yetenekli genç adamın müzikle olan bağını ilk çocukluk yıllarından itibaren fark etmişti. Her ne kadar Arif'i meslek sahibi olması için yönlendirmeye çalışsalar da, onun müzikle olan ilişkisi başka türlü bir boyuttaydı.

Mağusa'da herkes Arif'i tanırdı, ama onun en bilinen yanı, neşesi ve mizahıydı. O, yaşadığı yerin sosyal dokusunu, müzikle birleştirerek bir tür "kültürel elçi" gibi davranıyordu. Sokakta, kafede, festivallerde, her yerde Arif'in melodileri yankılanırdı. Onun müziği sadece Mağusa'ya özgü değil, tüm Kıbrıs'ın bir mozağiydi. Rum müziği, Türk müziği, halk müziği... Arif, tüm bu unsurları bir araya getirerek adanın kültürel zenginliğini yansıtıyordu.

Ülkesine olan derin bağlılığı ise onu sadece bir müzisyen olmaktan çıkartıp, bir aktiviste dönüştürüyordu. Arif, tarihi ve kültürel zenginliklerin önemini anlatmak, Mağusa ve Kıbrıs'ın tarihi yerlerinin tanıtımını yapmak için sosyal medya platformlarını aktif bir şekilde kullanıyordu. Sık sık tarihi mekanlara gidip, oralardan canlı yayınlar yapar, hikayelerini ve anlamlarını insanlara aktarır, hatta kendi bestelediği şarkıları bu mekanlarda seslendirirdi.

Arif, yeteneği ve ülkesine olan bağlılığıyla birçok insanın hayatına dokunuyor, Mağusa'nın ve Kıbrıs'ın kültürel ve tarihi zenginliklerini genç nesillere aktarıyordu. Belki de en önemlisi, Arif Gürbüz Mağusa'nın, belki de tüm Kıbrıs'ın, yüzünde bir gülümseme yaratıyordu. Müzikle, mizahla ve derin bir toplumsal sorumluluk duygusuyla... Arif Gürbüz, yaşadığı topraklara olan sevgisini her daim yansıtıyordu.

Namık Kemal Lisesi, Arif için sadece akademik bir kurum değil, aynı zamanda kişiliğinin ve yeteneklerinin şekillendiği bir alandı. Okulun bandosunda trampet çalarken, notalar arasında kaybolur, kendini müziğin ritmine bırakırdı. Trampetin metal yüzeyi, onun için bir ifade aracıydı; her nota, bir duygu ya da bir anıyı temsil ederdi. Müzik derslerinde öğretmenlerinin ve arkadaşlarının ilgisini çeken bir yetenek olduğu hızla anlaşıldı. Bandoda yer aldığı performanslar, ona okulda bir üne kavuşturdu; neşesi, enerjisi ve müziği, kısa süre içinde Arif'i okulun popüler öğrencilerinden biri yaptı.

Ancak Arif için müzik sadece okul bandosuyla sınırlı değildi. Okulun çeşitli etkinliklerinde, spor müsabakalarında ve hatta sınıf arkadaşlarının doğum günlerinde de trampetiyle yer alırdı. Öyle ki, Namık Kemal Lisesi'nin yıllık atletizm turnuvalarında bile, Arif hem yarışlarda koşar, hem de müzikle etkinliği renklendirirdi. Atletizm onun için, müzik kadar önemli bir tutkuydu. Koşu pistinde attığı her adım, trampetin her bir tuşu gibi, ona farklı bir özgürlük ve ifade biçimi sunuyordu.

Arkadaşları ve öğretmenleri, Arif'in bu iki tutkusunu bir araya getirebileceğini ilk başta anlamamış olabilirlerdi, ama zamanla onun nasıl bir sinerji yarattığını gördüler. Atletizm turnuvalarında koşarken duyduğu adrenalin ve heyecan, müziğe olan ilgisini daha da ateşliyor; müzikle yaşadığı duygusal anlar ise ona atletizmde daha da yüksek performanslar sergileme enerjisi veriyordu.

Arif, Namık Kemal Lisesi'nde geçirdiği yıllarda, sadece müzikal yeteneklerini değil, aynı zamanda liderlik özelliklerini de geliştirdi. Okul bandosunda zamanla lider bir pozisyona yükseldi ve arkadaşları için bir ilham kaynağı oldu. Onun bu dönemi, müzik ve atletizmi bir araya getirerek, birçok farklı alanda kendini ifade etmeyi öğrendiği, karakterinin ve yeteneklerinin kristalize olduğu bir süreçti. Ve bu süreç, onun Mağusa'nın ve Kıbrıs'ın gelecekteki kültürel elçilerinden biri olmasının temellerini attı.

Lise yıllarındaki başarısı, Arif Gürbüz'ü sadece akademik anlamda değil, müzikal anlamda da olgunlaştırmıştı. Mağusa Sanat Severler Derneği çatısı altında baterist olarak sahne almak, onun için yeni bir başlangıçtı, ama bu sefer daha profesyonel bir platformda. "Mağusa Sanatseverler Caz Orkestrası" isimli toplulukta yer almak, onun için müziğin ve sanatın sadece bir hobi ya da gençlik hevesi olmadığını, tam anlamıyla bir yaşam biçimi olduğunu ispatlamaktı.

Baterinin arkasında, Arif sadece müzik değil, duygularını ve düşüncelerini de çalıyordu. Her vuruşu, her ritmi, onun iç dünyasının bir yansımasıydı. İster bir caz standardı, isterse Kıbrıs'ın yerel müziklerinden bir parça olsun, Arif her şeyi, kendi özgün yorumuyla birleştiriyordu. Sahne deneyimi arttıkça, bateri vuruşları sadece teknik değil, aynı zamanda duygusal derinliği olan bir hale geldi.

Bu dönem, Arif için sadece müzikal becerilerini sergileme fırsatı değil, aynı zamanda kendini daha da geliştirme imkanıydı. Orkestrada yer aldığı süre içinde, diğer müzisyenlerle etkileşime geçerek farklı enstrümanlar ve müzik türleri hakkında daha fazla bilgi edindi. Ayrıca, Mağusa ve Kıbrıs'ın müzik sahnesinde tanınmış bir isim olmaya başladı; performansları ve yorumları, genç ve yetenekli bir müzisyen olarak onu ön plana çıkardı.

Bu orkestra deneyimi, Arif'in müziğe olan tutkusunu sadece perçinlemekle kalmadı, aynı zamanda ona müziğin insanlar arasında nasıl bir köprü işlevi gördüğünü de öğretti. Konserler, etkinlikler ve çeşitli sosyal organizasyonlar sayesinde, Arif müziğin sadece estetik bir zevk olmadığını, aynı zamanda toplumları birleştiren, duyguları ve anıları paylaşan güçlü bir araç olduğunu anladı.

Bu, onun sadece müzisyen kimliğini değil, aynı zamanda toplum içinde aktif bir birey olma arzusunu da güçlendirdi. Artık o, sadece Mağusa'nın değil, Kıbrıs'ın da müzikal bir yüzüydü; genç yaşına rağmen, Arif Gürbüz, kültürel bir elçi, bir sanatsever ve duygu dolu bir baterist olarak iz bırakmaya başlamıştı.

"Mağusa Sanatseverler Caz Orkestrası" isimli topluluk, sadece bir müzik grubu olmaktan öte, Mağusa'nın ve genel olarak Kıbrıs'ın kültürel mozaiğini yansıtan bir kolektifti. Her bir üyesi, müzikal yeteneklerinin yanı sıra, topluluğa kendine özgü bir renk ve karakter de katıyordu.

Altan Harmani solistiyle, enerji ve duyguyu sahnede yoğun bir şekilde yaşatıyordu. Ersen Akbay, çok enstrümanlı yeteneğiyle, trompetten akordeona, bas gitara kadar geniş bir yelpazede müzik üretiyordu. Safiye Harmani ve Müşerref Nidai'nin akordeonları, orkestranın melodisine derinlik katarken, Nihat Yolcusu ve Arif İzmirlioğlu'nun klarnetleri, Kıbrıs'ın yerel hüznünü ve coşkusunu sahneye taşıyordu. Vecihi Yağcı'nın trompeti ve Mete Kâmil'in saksafonu, cazın sofistike notalarını eklerken, Zafer Usman'ın ritm gitarı, orkestranın enerjik temposunu belirliyordu.

Ve tabii ki, Arif Gürbüz. O, baterisiyle her parçaya özgü bir ritim ve enerji katıyordu. Toplulukta yer alan diğer yetenekli müzisyenlerle birlikte, Arif, sahnede yarattığı sinerjiyle, orkestranın çok daha büyük bir etki yaratmasına olanak sağlıyordu.

Bu zengin müzikal yelpaze, orkestranın sadece cazı değil, farklı müzik türlerini ve kültürel etkileri de harmanlayabilmesine olanak tanıyordu. Klasik Türk müziğinden, Kıbrıs'ın özgün folk müziğine; cazdan, rock ve pop'a kadar farklı müzik türleri, bu yetenekli müzisyenlerin ellerinde bir araya gelerek, unutulmaz performanslar yaratıyordu.

Bu topluluk, Mağusa'nın ve Kıbrıs'ın müzik ve sanat sahnesine, derin ve kalıcı bir iz bırakmayı başarıyordu. Hem yerel hem de uluslararası arenada tanınmaya başlayan orkestra, her bir üyesinin benzersiz yetenekleri ve tutkusuyla, sadece müzik değil, aynı zamanda birlik, beraberlik ve kültürel çeşitliliğin güzelliklerini de yansıtmayı başarıyordu.

1964 yılı sonlarında "Sanat Severler Derneği" orkestrasının yeniden bir araya gelmesi, sadece Mağusa için değil, tüm Kıbrıs için anlamlıydı. Topluluk, o dönemde yaşanan siyasi ve sosyal çalkantılara rağmen kültürel ve sanatsal bir direniş gösteriyordu. Orkestranın yılbaşı balosundaki performansı, Mağusa'nın müzik ve sanat sahnesinin dirençli ve dayanıklı olduğunun bir göstergesiydi.

Bu dönüş, orkestranın üyeleri için de özeldi. Arif Gürbüz, mücahitlik görevinin ardından müziğe dönerken, yaşadığı bu zorlu dönemin onun müziğine yeni bir perspektif ve derinlik kazandırdığı kesindi. Orkestranın diğer üyeleri de benzer şekilde, aradan geçen zamanın ve yaşadıkları deneyimlerin müziklerine olan etkilerini sahnede gösterdiler.

1964 ile 1965'i birleştiren yılbaşı balosu, Mağusalılar tarafından coşkuyla karşılandı. Yerel halk için bu, sadece bir müzik dinletisi değil, aynı zamanda toplumun bir araya gelip birlik ve beraberlik içinde olabileceğinin bir göstergesiydi. Orkestra üyeleri sahnede her bir nota çaldıkça, izleyenler arasında sadece müzikal bir uyum değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel bir uyum da sağlandı.

Bu etkinlik, orkestranın ve Mağusa'nın müzik sahnesinin ne kadar güçlü ve dirençli olduğunu göstermekle kalmadı, aynı zamanda müziğin zor zamanlarda bile insanları bir araya getirebilecek evrensel bir güce sahip olduğunu kanıtladı. Hem Arif Gürbüz hem de orkestranın diğer üyeleri için bu, müzikle yaratılan bu özel bağın bir kutlamasıydı; ve bu bağ, zorlu zamanlardan geçmiş bir ülke için oldukça değerliydi.

Arif Gürbüz'ün mücahitlik döneminde müziği bırakmamış olması, onun karakterinin ve tutkusunun bir göstergesidir. Askeri bando birimine katılarak müziğe olan bağını sürdürmesi, vatanına olan hizmetini müzikle birleştirebilme yeteneğini ortaya koyar. Bu, sadece onun için değil, aynı zamanda onun etrafındaki askerler ve mücahitler için de moral kaynağı oldu.

Arif'in siperlerde, yorgunluk ve endişe dolu anlarda bile trampet çalması, orada bulunan herkes için bir umut ışığıydı. Müzik, zor zamanlarda insanların ruhunu yükselten evrensel bir dil olduğu için, Arif'in müziği herkes için bir nevi terapi işlevi görmüştü. Zaman zaman müziğin bu iyileştirici gücü, fiziksel ve duygusal yorgunluğun ötesine geçerek, insanlara daha parlak bir gelecek için umut ve ilham vermekteydi.

Arif'in bu dönemde sahip olduğu çift kimlik—hem mücahit hem müzisyen—onun karmaşık ve zengin bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir. Müzik ve vatanseverlik, onun hayatında ayrılmaz bir bütün oluşturmuştu ve bu sayede, her iki alanda da etkili bir şekilde var olmayı başarmıştı.

Bu deneyimler, Arif'in sonraki yıllarda müziğe dönüşünü de etkilemiştir. Askeri bandodan çıkıp sivil müzik sahnesine döndüğünde, getirdiği deneyim ve olgunluk, onun müziğini daha da zengin ve duygusal hale getirmiştir. Askeri görevi sırasında yaşadığı zorluklar ve öğrendiği dersler, sanatında yeni bir boyut açmış ve onu sadece bir müzisyen olmaktan çıkartıp, insanların hayatına dokunabilen, onlara ilham verebilen bir sanatçı haline getirmiştir.

Terhisinin ardından Mağusa Belediyesi'nde görev alması ve su işleri biriminin müdürü olması, Arif Gürbüz'ün çok yönlü bir kişiliğe ve yeteneklere sahip olduğunu gösteriyor. Ancak müzikle olan ilişkisini koparmayarak, Mağusa Belediyesi Yurttan Sesler Korosu'nda ton masterlığı üstlenmesi, onun sanata ve topluma olan bağlılığının ne kadar güçlü olduğunu da ortaya koyuyor.

Bu koro, sadece bir müzik topluluğu olmanın ötesinde, bir aile gibi bir araya gelmiş insanların oluşturduğu bir birlikteliği temsil ediyordu. Her üyesi, farklı yaş, meslek ve deneyimlere sahip olsa da, müzikle birleşen bu insanlar, birbirleri için birer moral kaynağı oluyorlardı. Arif Gürbüz'ün liderliği altında, koro sadece teknik açıdan değil, duygusal açıdan da gelişmeye devam etti.

Arif'in ton masterlığı döneminde, koro farklı temaları ve müzikal formları keşfetti. Ama en önemlisi, katıldıkları her etkinlikte, her konserde, seyircilere ve topluma umut ve mutluluk taşıyan notaları oluşturmayı başardılar. Bu, sadece müzikal bir başarı değil, aynı zamanda toplumsal ve duygusal bir başarıydı. Arif Gürbüz, müzikal yeteneğini ve liderliğini kullanarak, bir topluluğu bir araya getirmeyi ve onlara pozitif bir etki yapmayı başardı.

Bu koro ve Arif'in içinde yer aldığı diğer müzikal projeler, onun hayatının ne kadar zengin ve dolu olduğunu göstermektedir. Su işleri müdürü olarak profesyonel hayatını sürdürürken, aynı zamanda bir müzisyen ve bir topluluk lideri olarak da topluma hizmet etmeye devam etti. Yani Arif, sadece bir iş adamı veya bir sanatçı değil, aynı zamanda bir toplum lideriydi; ve bu rolü, müziği ve insanları bir araya getirerek en iyi şekilde yerine getirmişti.

Arif Gürbüz'ün erken yaşta bir hastalığa yenik düşmesi, yalnızca onun ailesi ve yakın çevresi için değil, aynı zamanda tüm Mağusa ve müzik topluluğu için büyük bir kayıptı. Ancak, onun hayatı öylesine zengin ve etkileyiciydi ki, bıraktığı miras, ölümün kalıcı etkilerini bile aşabilir. Mağusa'nın neşeli sokakları ve insanları, onun müziği ve pozitif enerjisi ile her zaman bir parça daha zengin olmuştur. Onun yokluğu, kesinlikle bir boşluk yaratır, fakat onun bıraktığı izler, insanların kalplerinde ve anılarında daima yaşayacaktır.

Müzik, duyguları ve anıları koruma gücüne sahiptir, ve Arif Gürbüz'ün tonlarında, ritimlerinde ve melodilerinde yaşattığı duygu ve anılar, zamanın ötesine geçen bir etki bırakmıştır. O, sadece bir müzisyen veya bir toplum lideri değildi; aynı zamanda bir ilham kaynağıydı. Onun hayatı, müziği ve vatanseverliği bir araya getiren eşsiz bir örnekti. Ve bu, sadece müzik notaları veya anılarla sınırlı kalmayıp, gelecek nesillere de aktarılabilecek bir mirastır.

Arif'in melodileri ve onun etrafında oluşturduğu pozitif atmosfer, onu sonsuz bir sevgi ve saygıyla hatırlamak için yeterli bir neden. Onun bu etkileyici yaşam öyküsü, Mağusa'nın kültürel ve sosyal tarihine de damgasını vurmuş olacak ve onun anısını her daim yaşatacaktır.




Telif Hakkı © 1983 TVplas Production. Tüm hakları saklıdır.