Kıbrıs'ın Osmanlı Devleti tarafından fethedilmesiyle birlikte, adaya yerleşen Anadolu Türkleri, kendi kültürlerini ve özellikle müziklerini de beraberlerinde getirmişlerdir. Türk müziği, Kıbrıs'ta 16. yüzyılda Osmanlı etkisiyle kendini göstermeye başlamıştır. Bu durum, Osmanlı Devleti'nin çeşitli sebeplerle Kıbrıs'ı topraklarına katmasından sonra ortaya çıkmıştır.
Türk müziğinin Kıbrıs'ta varlığının en önemli kanıtlarından biri, ada'nın fethinden sonra kurulan bir Mevlevihane'dir. Mevlevilik, Türk tasavvuf müziği ve semah ritüelleriyle tanınan bir tarikattır. Mevlevihaneler, döneminde İslam kültürünün ve müziğinin önemli merkezleri olarak kabul edilmiştir. Kıbrıs'ın Osmanlı yönetimi altına girmesiyle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu'nun bu kültürel ve dini yapısı, Kıbrıs'a da taşınmış ve bir Mevlevihane kurulmuştur.
Mevlevihaneler, dervişlerin semah dönerek, ilahi ve gazel okuyarak, saz eşliğinde müzik icra ederek Allah'a yönelmelerinin gerçekleştiği merkezlerdir. Mevlevi müziği, Türk tasavvuf müziğinin önemli bir parçasıdır ve İslam sufizmi ile derin bir ilişkisi vardır. Kıbrıs'taki Mevlevihane, Türk müziğinin adada yayılmasına ve yerleşik hale gelmesine katkıda bulunmuştur.
Bunun yanı sıra, Kıbrıs'a yerleşen Anadolu Türkleri, kendi müzik aletlerini de getirmişlerdir. Bağlama, kemençe, ney, darbuka gibi geleneksel Türk müzik aletleri, Kıbrıs'ta da çalınmaya başlamıştır. Bu enstrümanlar, Türk müziğinin özgün sesini Kıbrıs'a taşımış ve yerel müzik kültürünün gelişimine katkıda bulunmuştur.
“Mevlevilik, Kıbrıs'a gelmesiyle birlikte fethin hemen ardından, Sultan II. Selim'in Sinan Paşa'ya gönderdiği 21 Eylül 1571 tarihli belgeye dayanan göçmenlerle birlikte adada ortaya çıkmış bir dernektir.
fethetmesi ve kontrolü altına alması üzerine Sinan Paşa'ya gönderilen bir emirdir. Bu emirde, Kıbrıs'ın yönetimi, yerleşim ve idari düzenlemeleri ile ilgili talimatlar yer almaktadır.
Kıbrıs'ın fethinden sonra Mevlevilik derneğinin kurulması, adanın kültürel ve dini yapısının Osmanlı İmparatorluğu'nun etkisi altına girmesine işaret eder. Mevlevihaneler, dervişlerin bir araya gelerek müzik icra ettiği, semah dönerek ve meditasyonla Allah'a yönelme ritüellerinin gerçekleştiği merkezlerdir. Mevlevilik, Kıbrıs'ta Osmanlı döneminin kültürel ve dini yapılarının bir yansıması olarak yerleşik hale gelmiştir.
Bu şekilde, Sultan II. Selim'in Sinan Paşa'ya gönderdiği buynuk belgesine dayanan bir grup göçmenin Kıbrıs'a gelerek Mevlevilik derneğini kurması, Mevlevilik geleneğinin adada kök salmasını sağlamış ve Türk müziği ve kültürünün Kıbrıs'ta yayılmasına katkıda bulunmuştur.”
Kıbrıs, tarih boyunca birçok farklı medeniyetin egemenliği altına girmiş önemli bir adadır. 1571 yılına kadar, ada Venedik Cumhuriyeti'nin hakimiyeti altındaydı ve stratejik bir üs görevi görüyordu. Venedikliler, Kıbrıs'ı ticaret yolları ve Akdeniz'deki politik nüfuzlarının güçlendirilmesi amacıyla önemli bir nokta olarak görüyorlardı.
Venediklilerin Kıbrıs üzerindeki hakimiyeti, 1489 yılında Mısır'ın Memlük Sultanlığı'ndan adayı satın almasıyla başladı. Bu dönemde ada, tarım, ticaret ve kültürel açıdan büyük bir gelişim yaşadı. Venedikliler, Lefkoşa, Girne ve Gazimağusa gibi önemli şehirleri güçlendirdi ve adada kaleler inşa ettiler. Kıbrıs, Venediklilerin Doğu Akdeniz'deki etkisini artırmalarına ve deniz ticaretinin kontrolünü ele geçirmelerine yardımcı oldu.
Ancak, Osmanlı İmparatorluğu'nun genişleme politikaları ve Akdeniz'deki egemenlik hedefleri doğrultusunda Kıbrıs, Osmanlı İmparatorluğu'nun hedefleri arasında yer alıyordu. Osmanlı İmparatorluğu, 1570 yılında Kıbrıs'ı fethetmek için büyük bir sefer başlattı. İngiliz ve Floransalı birliklerin de destek verdiği Osmanlı kuvvetleri, Kıbrıs'a karşı başarılı bir kuşatma gerçekleştirdi.
1571 yılında gerçekleşen Lepanto Deniz Muharebesi, Osmanlı İmparatorluğu ve Venedik Cumhuriyeti arasında bir dönüm noktası oldu. Osmanlı Donanması, Lepanto Deniz Muharebesi'nde Venedik Donanması'nı büyük ölçüde yenilgiye uğrattı ve bu zaferin ardından Kıbrıs'ı tamamen ele geçirdi. Venedikliler, ada üzerindeki hakimiyetlerini kaybettiler ve Osmanlı İmparatorluğu'nun idaresine geçtiler.
1571 yılında gerçekleşen Lepanto Deniz Muharebesi, Osmanlı İmparatorluğu ve Venedik Cumhuriyeti arasında bir dönüm noktası oldu. Osmanlı Donanması, Lepanto Deniz Muharebesi'nde Venedik Donanması'nı büyük ölçüde yenilgiye uğrattı ve bu zaferin ardından Kıbrıs'ı tamamen ele geçirdi. Venedikliler, ada üzerindeki hakimiyetlerini kaybettiler ve Osmanlı İmparatorluğu'nun idaresine geçtiler.
Kıbrıs'ın Osmanlı İmparatorluğu'nun eline geçmesi, ada üzerinde demografik, kültürel ve dini değişikliklere neden oldu. Osmanlı İmparatorluğu, İslam'ı yaymak ve ada üzerindeki Müslüman nüfusu artırmak amacıyla bir dizi politika izledi. Bu dönemde Kıbrıs, Osmanlı İmparatorluğu'nun genişlemesine tanıklık etti ve Osmanlı yönetimi altında birçok tarihi eser inşa edildi.
Ancak, Osmanlı İmparatorluğu'nun gücü ve etkinliği zamanla azalmış ve 20. yüzyılın başlarında Kıbrıs'ta birçok siyasi karmaşa yaşanmıştır. Kıbrıs'ın sonraki tarihini anlatmak için ise 1571 yılından sonraki döneme ve adanın 1960'lardan itibaren modern dönemine geçmek gerekmektedir.
Venedik idaresindeki dönemde (1489-1571), Kıbrıs ekonomik ve politik açıdan eski önemini hızla kaybetmişti. Bu durumun başlıca nedeni, bağımsız bir krallık olan adanın Venedik'e ilhak edilmesiyle gözden uzak, sıradan bir eyalet durumuna düşmesiydi. Venedik, Kıbrıs'ı Doğu Akdeniz'de askeri bir üs olarak görmekteydi ve ada halkının refahı pek onları ilgilendirmemekteydi.
Venedik'in Kıbrıs'ı ele geçirmesinin bir diğer amacı da Osmanlı İmparatorluğu'nun yayılmasını kontrol edebilmekti. Ancak 16. yüzyılın başlarına gelindiğinde, Osmanlılar Avrupa'da Macaristan'a, Yakın Doğu'da Suriye, Filistin ve Mısır'a egemen olmuş ve Akdeniz'in büyük bir bölümünü kontrol altına almışlardı. Bu durumda, Osmanlılar güvenlikleri için Kıbrıs'ı elde etme ihtiyacı duyacaklardı. Dolayısıyla Venedik, Kıbrıs'ı her an kaybedebilecekleri bir yer olarak görüyor ve adaya gerekli önemi vermiyordu.
Venedik idaresi altında, Kıbrıs'ın ekonomik durumu da olumsuz etkilendi. Venedikliler, ada üzerindeki ticaretin ve kaynakların kontrolünü ele geçirdiler. Bu durum, yerel ekonomiyi olumsuz etkiledi ve adanın eski refah düzeyini kaybetmesine neden oldu. Venediklilerin ticaret ağırlıklı politikaları, ada halkının refahını düşünmek yerine, kendi çıkarlarına odaklanmalarına sebep oldu. Aynı zamanda, Venedik'in idaresi altındaki Kıbrıs, askeri bir üs olarak görülerek askeri varlık için önem taşıyordu. Venedik, adayı Osmanlıların ilerlemesine karşı bir tampon bölge olarak kullanmak istiyordu. Ancak Osmanlı İmparatorluğu'nun genişlemesi ve etkinliğiyle birlikte, Kıbrıs'ın stratejik önemi azalmıştı. Osmanlılar, Kıbrıs'ı ele geçirmek için daha da güçlenirken, Venedik'in adaya olan ilgisi ve önemi azaldı.
Osmanlı Devleti, Kıbrıs'ı fethettiğinde, ada halkının büyük çoğunluğu Rum Ortodoks Hristiyanlardan oluşuyordu. Osmanlılar, Kıbrıs'ı Müslüman Türk nüfusuyla doldurarak adayı İslamlaştırmayı hedefledi. Bu kapsamda Orta Anadolu'dan, özellikle Kayseri ve Konya bölgelerinden gelen yerli Türkleri Kıbrıs'a yerleştirdiler.
Türk nüfusunun yerleştirilmesiyle birlikte, Kıbrıs'ta Türk kültürü ve gelenekleri giderek yayıldı. Türk dilinin ve İslam dininin etkisiyle, Kıbrıs'ta Türk kimliği güçlendi ve yerleşti. Osmanlı yönetimi altında, Kıbrıs'ta Türkçe yaygınlaştı, camiler inşa edildi ve İslami eğitim kurumları açıldı. Türk gelenekleri, adanın sosyal ve kültürel yapısına derin bir şekilde işledi.
Kıbrıs'ın Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olmasıyla birlikte, ada Türk kültürüne ve Osmanlı idari yapısına uyum sağladı. Osmanlı Devleti'nin merkezi otoritesi adada hissedildi ve Osmanlı hukuku uygulandı. Osmanlı idaresi altında Kıbrıs, sanayi, tarım ve ticaret gibi alanlarda gelişti. Ada, Osmanlı İmparatorluğu'nun genişlemesiyle bağlantılı olarak stratejik bir öneme sahip olduğu için, ekonomik ve askeri yönden desteklendi.
Bununla birlikte, Osmanlı dönemi boyunca Kıbrıs, demografik, kültürel ve dini açıdan çeşitli etkileşimlerin olduğu bir coğrafya oldu. Ada üzerindeki yerli Rum ve diğer etnik gruplar da Osmanlı yönetimi altında yaşamaya devam etti. Bu durum, Kıbrıs'ın çeşitli kültürel ve dilsel dokulara sahip bir yer olmasına katkıda bulundu.
Kıbrıs'ın Osmanlı İmparatorluğu'na katılması, 16. yüzyılda bir zaruret haline gelmişti. Bu fethin arkasında, Osmanlı İmparatorluğu'nun siyasi, dini ve ekonomik çıkarları yatmaktaydı.
Siyasi açıdan, Osmanlı İmparatorluğu, genişleme politikaları doğrultusunda topraklarını ve etki alanını genişletmeyi hedefliyordu. Kıbrıs, coğrafi konumu ve stratejik önemiyle Osmanlıların Akdeniz'deki egemenliklerini güçlendirmelerini sağlayacak önemli bir noktaydı. Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs'ı ele geçirerek Akdeniz'de askeri üslerini güçlendirmek ve deniz ticaretinin kontrolünü sağlamak istiyordu.
Dini açıdan, Osmanlı İmparatorluğu, İslam'ı yaymak ve Müslüman nüfusu artırmak amacıyla Kıbrıs'ı fethetmeyi hedefliyordu. Osmanlılar, Kıbrıs'ı ele geçirerek adadaki Hristiyan nüfusu İslamlaştırmayı planlıyorlardı. Bu, Osmanlı İmparatorluğu'nun İslamiyet'i yayma stratejisinin bir parçasıydı ve Kıbrıs'ın İslamlaşması, dini çıkarlarına hizmet edecekti.
Ekonomik açıdan, Kıbrıs, tarım ve ticaret açısından büyük potansiyele sahip bir adaydı. Özellikle şeker kamışı üretimi ve ticareti, ada ekonomisi için önemli bir gelir kaynağıydı. Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs'ın zengin tarım arazilerini ve ticaret potansiyelini kontrol etmek istiyordu. Ayrıca, Kıbrıs'ın stratejik konumu, Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğu Akdeniz'deki iktisadi çıkarlarına hizmet edecekti.
Tüm bu faktörler, Osmanlı İmparatorluğu için Kıbrıs'ın fethini zorunlu kılıyordu. Osmanlı İmparatorluğu, siyasi nüfuzunu genişletmek, İslam'ı yaymak ve ekonomik çıkarlarını güvence altına almak amacıyla Kıbrıs'ı ele geçirme gerekliliğini hissediyordu. Sonuç olarak, 1571 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun Kıbrıs'ı fethetmesi, bu siyasi, dini ve ekonomik çıkarları yerine getirmek için önemli bir adım oldu. II. Selim döneminde Kıbrıs için "sürgün" yönteminin uygulanmasını istemesi, adada yerli Türk nüfusunu güçlendirme ve Türk kültürünün yerleşmesini sağlama amacını taşıyordu.
Bu sürgün politikası kapsamında, Konya, Karaman, Niğde, Kayseri, Antalya, Manavgat, Alanya, İçel, Bozok ve Darende gibi bölgelerden Kıbrıs'a zorunlu göçler gerçekleştirildi.
Bu göçlerle birlikte, çok sayıda çiftçi ve sanatkar Kıbrıs'a yerleştirildi. Göç eden Türkler, tarım, ticaret ve el sanatları gibi alanlarda faaliyet göstererek adanın ekonomik ve sosyal yapısına katkıda bulundu. Türklerin adaya yerleşmesiyle birlikte, Kıbrıs'ta Türk idaresi ve kültürü güçlendi.
Kıbrıs'ın Türkler tarafından adil bir şekilde yönetilmesi, ada halkının refah düzeyinin artmasına da katkı sağladı. Türk idaresi altında, ada halkı adil bir şekilde vergilendirildi ve hukuki düzenlemeler yapıldı. Ada üzerinde güvenlik sağlandı ve ticaretin gelişmesi teşvik edildi. Bu durum, Kıbrıs halkının yaşam standartlarının yükselmesine ve refaha ulaşmasına katkıda bulundu.
II. Selim'in sürgün politikası sayesinde Kıbrıs, Türk nüfusunun güçlenmesi ve yerleşmesiyle hızla değişti. Türklerin adada yerleşik hale gelmesi, Türk kültürünün etkisinin artmasına ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yönetim tarzının ada üzerinde hissedilmesine neden oldu. Bu süreçte Kıbrıs, Türklerin adilane bir şekilde yönetimi altında gelişen ve refaha kavuşan bir yer haline geldi.
Kıbrıs'a Anadolu'dan göç eden halkın yeni yurtlarına çeşitli kültürel değerlerini taşımaları kaçınılmazdı ve müzikleri de bu değerler arasında önemli bir yer tutmaktaydı. Türkler, Kıbrıs'a yerleştikleri tarihten itibaren kendi kültürlerine ve değerlerine sahip çıkmış ve bu yeni topraklarda Türk kültürü ve sanatının yerleşmesini ve yaşamasını sağlamaya çalışmıştır.
Müzik, Türk kültürünün önemli bir unsuru olmuştur ve Kıbrıs'a göç eden Türkler, kendi müzik geleneklerini ve enstrümanlarını beraberlerinde getirmişlerdir. Kıbrıs'ta yaşamaya başladıklarında da müzikleriyle Türk kültürünün bir parçası olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bağlama, keman, klarnet, davul gibi enstrümanlar eşliğinde Türk halk müziği ve klasik Türk müziği Kıbrıs'ta da icra edilmiştir.
Türklerin Kıbrıs'ta kendi kültür ve sanatlarını sürdürmeleri, Kıbrıs'ta Türk müziğinin ve danslarının yaşamasına olanak sağlamıştır. Özellikle düğünler, bayramlar ve diğer özel günlerde Türk müziği ve halk oyunlarıyla renklendirilen etkinlikler düzenlenmiştir. Bu etkinlikler, Türk kültürünün Kıbrıs'ta yaşamasını ve Türk halkının birlik ve dayanışmasını pekiştirmiştir.
Kıbrıs'ta Türk müziği ve kültürü, Anadolu'dan gelen göçmenler aracılığıyla yayılmış ve yerli halk tarafından da benimsenmiştir. Türk müziği, Kıbrıs'ın çok kültürlü yapısında önemli bir unsur olmuş ve adadaki farklı topluluklar arasında etkileşime yol açmıştır.
Müzik tarihi araştırmalarında kaynaklara ulaşma zorluğu, Kıbrıs'ta müzik faaliyetlerinin belgelenmesini sınırlayan bir faktördür. Özellikle Osmanlı dönemi ve Venedik dönemi gibi geçmiş dönemlere ait kaynakların eksikliği, o dönemlerde Kıbrıs'ta yapılan müziğin detaylı bir şekilde belgelenememesine yol açmıştır. Bu durum, Kıbrıs'ın müzik tarihine ilişkin bir boşluğa neden olmuştur.
Ancak, 20. yüzyılın başlarından itibaren Kıbrıs'ta müzikle ilgili girişimler ve kurumlaşmalar gerçekleşmiştir. Bu dönemde müzikle ilgili etkinlikler düzenlenmiş ve kaynaklar oluşturulmaya başlanmıştır. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Kıbrıs'ta müzik eğitimi, konserler, festivaller ve müzik dernekleri gibi faaliyetler artmış ve müzikal anlamda bir canlanma yaşanmıştır.
Günümüzde ise Kıbrıs, müzik alanında daha aktif bir sahneye sahiptir. Müzik eğitimi veren kurumlar, konser ve etkinlik mekanları, müzik festivalleri ve sanatçıların çalışmalarıyla müzik hayatı canlılık kazanmıştır. Bu dönemde kaynaklar ve belgeler, Kıbrıs müzik tarihini daha iyi anlamamıza ve incelememize yardımcı olmaktadır.
1926 yılından itibaren, Kıbrıs'ta resmi müzik kuruluşlarının oluşmasıyla birlikte müzik hareketleriyle ilgili ilk kaynaklar ortaya çıkmıştır. Bu tarihten günümüze kadar geçen süre boyunca, Kıbrıs'ta müzik faaliyetleriyle ilgili kaynakların sayısı belki çok fazla olmasa da, genel bir anlayış oluşturmak için yeterli düzeydedir.
1926 yılında Kıbrıs'ta Türk Ocağı, Kıbrıs Türk Musiki Derneği gibi kuruluşlar faaliyet göstermeye başlamıştır. Bu kuruluşlar, müziğin teşvik edilmesi, müzik eğitimi ve icrasının desteklenmesi amacıyla faaliyet göstermiş ve müzikle ilgili kaynakların oluşmasına katkıda bulunmuştur.
Bu dönemdeki kaynaklar genellikle müzik dergileri, gazete yazıları, kongre ve konferans bildirileri, kayıtlar ve kişisel anılar şeklinde olabilir. Bu kaynaklar, Kıbrıs'taki müzik hareketlerinin gelişimini, müzik eğitimi ve icrasının nasıl şekillendiğini, önemli olayları ve sanatçıları belgelemeye yardımcı olmuştur.
Günümüzde ise Kıbrıs'ta müzikle ilgili kaynakların sayısı artmıştır. Müzik eğitimi veren kurumlar, müzik dernekleri, kaynak kitaplar, arşivler, ses ve video kayıtları, dijital platformlar gibi pek çok kaynak müzikle ilgili bilgi ve belgelere erişimi kolaylaştırmıştır. Müzik festivalleri, konserler ve diğer etkinlikler de bu kaynakların zenginleşmesine katkıda bulunmuştur.
Kıbrıs'ta müzik faaliyetleri ile ilgili kaynakların sayısı belki tam olarak yeterli olmasa da, bu kaynaklar, genel bir kanıya varmak ve müzik hareketlerini anlamak için önemli ipuçları sunmaktadır. Arşivlerin ve kaynakların daha fazla derlenmesi ve düzenlenmesiyle, Kıbrıs'ın müzik tarihine dair daha ayrıntılı bir resim çizmek mümkün olacaktır.
XX. yüzyılın ortalarından başlayıp 1970'li yıllara kadar süren politik çalkantılar ve Türk-Rum toplumları arasındaki gerginlikler, Kıbrıs'ta müzik hareketlerinin belgelenmesinde zorluklara neden olmuştur. Bu dönemde yaşanan çatışmalar ve siyasi gerilimler, müzik alanında faaliyet gösteren kişilerin kaynak oluşturma ve belgeleri koruma konusunda güçlüklerle karşılaşmalarına sebep olmuştur. Bu nedenle, müzik hareketlerinin belgelenmesi ve kaynak bulma konusunda ciddi zorluklar yaşanmıştır.
Kıbrıs'ta yaşanan siyasi çalkantılar, Türk-Rum toplumları arasındaki zıtlaşmalar ve artan gerilimler, müzik faaliyetlerinin belgelenmesini ve kaynakların korunmasını olumsuz etkilemiştir. Bu dönemde, müzik etkinlikleri ve sanatçıların çalışmaları politik çatışmaların gölgesinde gerçekleşmiş, müzik faaliyetlerinin izlenmesi ve belgelenmesi zorlaşmıştır.
Ayrıca, bu dönemde yaşanan siyasi çatışmaların savaşa dönüşmesi, kaynakların korunması ve müzik hareketlerinin belgelenmesi için daha da zor bir ortam yaratmıştır. Savaşın etkisiyle, müzik faaliyetleri durma noktasına gelmiş, kaynaklar kaybolmuş veya zarar görmüştür. Bu durum, müzik hareketlerinin belgelenmesi ve kaynak bulma sürecini daha da güçleştirmiştir.
Ancak, bu zorluklara rağmen, müzik hareketlerinin belgelenmesi ve kaynak bulma konusunda yapılan çalışmaların önemi kendiliğinden ortaya çıkmıştır. Bu tür çalışmalar, Kıbrıs'ın müzik tarihini anlamamız ve geçmiş müzik faaliyetlerini koruma çabalarını desteklememiz için önemlidir. Tarih ve kültür araştırmalarının yanı sıra, müzik hareketlerinin belgelenmesi, kültürel mirasın korunması ve gelecek nesillere aktarılmasında da büyük önem taşır.
Kıbrıs'ta Türk Müziği ile ilgili çalışmaların belgelenmesi, geçmişteki müzik hareketlerini anlamak ve korumak açısından büyük bir öneme sahiptir. Bu çalışma, müzik faaliyetlerinin yapıldığı dönemlerdeki kaynaklara ulaşma ve incemele yapma çabalarını içermektedir. Bu kaynaklar, müzik dernekleri, gazete ve dergi yazıları, kayıtlar, konser programları ve kişisel anılar gibi çeşitli materyalleri içerebilir. Bu sayede, Kıbrıs'ta Türk Müziği ile ilgili yapılan çalışmaların kronolojisi, müzik türleri, sanatçılar ve icra edilen eserler hakkında bilgi edinmek mümkün olabilir.
Ayrıca, çalışmanın bir diğer odak noktası, Kıbrıs'ın folklorik müziğinin özelliklerinin değerlendirilmesidir. Kıbrıs, zengin bir kültürel mirasa sahip olup, bu mirasın önemli bir parçasını folklorik müzik oluşturmaktadır. Bu müzik türü, adanın tarihi, coğrafi konumu, etnik ve kültürel çeşitliliği ile derin bir ilişki içindedir. Folklorik müzik, Kıbrıs'ın yerel kültürünün bir yansımasıdır ve yerel enstrümanlar, melodiler ve sözler aracılığıyla adanın kimliğini yansıtır. Bu çalışma, Kıbrıs'ın folklorik müziğinin özelliklerini belgelemek ve değerlendirmek amacıyla, alan araştırmaları, kaynak incelemeleri ve sanatçılarla yapılan görüşmeler gibi yöntemler kullanabilir
|